İhlâs; Anlam ve Mâhiyeti

İhlâs kelimesi, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânâsındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir. Allah’ın dışındakilerden teberrî/uzaklaşma, ayrılık ve kurtuluş anlamı da vardır. İhlâs kelimesi, terim olarak “ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. Kur’ân-ı Kerim’in 112. sûresine İhlâs adı verilmesinin sebebi, bu sûrenin hâlis tevhidi ifade etmesi ve tevhid/ihlâs ehlinin halâsından/kurtuluşundan dolayıdır.



 İman ve amel dürüstlüğü olarak tanımlanabilecek ihlâsın nihâî anlamı Allah dışındaki herşeyden uzaklaşmaktır (Râgıb, Müfredât, s. 155). İhlâs, bir şeyi saf, temiz ve arıtılmış hale getirmek, kalbi temizlemek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyâsız, samimi sevgi ve bağlılık demektir. İslâmî literatürde ihlâs, daha geniş olarak şirk ve riyâdan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânâda gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faâliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, s. 155; Lisânu’l-Arab, “huls” md; Gazzâlî, İhyâ, 4/379-380). Yapılan ibâdet ve işlerde gösterişe yer vermeme, ibâdet ve tâatda riyâdan uzaklaşma hali ve kalbin safâsına keder veren şeyden kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızâsını düşünmek, ona göre hareket etmek ve sadece Allah için ibâdet etmek, ihlâs kavramıyla ifade edilir.



İhlâs; bir kalp hareketi ve rûhânî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah’ın rızâsını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah’a kulluk etmesi ve bu kulluğunda O’ndan başkasına yer vermemesi, başkasını düşünmemesidir. Ayrıca, ihlâs, “kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır” şeklinde târif edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapılan işlerde riyâ, gösteriş, menfaat ve şöhret gâyesi güdülmez.



“Bir şey karışıklıktan arındığı zaman, temiz olur. Saf ve temiz hareketlere de ihlâs denir” (Gazâli, İhyâ, 4/379). İhlâs, bir kalp hareketi ve rûhânî bir davranıştır. Kalbî davranışların makbul oluşu, niyet ve irâdemizin sağlamlığına bağlıdır. İhlâs, kalp sağlamlığının/temizliğinin bir delilidir. Böyle olunca her işe başlandığı zaman niyette ihlâs, yani her türlü dünyevî karşılık beklemekten uzak olmak gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı ihlâs ile kazanılır. Yoksa ihlâs kişinin başarı ve becerileriyle elde edilemez.



Bazen ihlâs ile söylenmiş bir tek kelime ile kişi kurtuluşa erer ve Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı elde edilir. Bazen bir tek adamın irşâdı, bin kişinin irşâdı kadar Allah rızâsına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Ben Cebrâil’den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Ben de Azîz ve Celîl olan Allah’a ‘ihlâs nedir?’ diye sordum. O şöyle buyurdu: “İhlâs Benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine koyarım.”



Kur’ân-ı Kerim, ihlâsı lüzum, fayda ve neticeleriyle belirtmiştir. Buna göre ihlâs, ibâdet ve davranışta Allah’a özden bağlanmaktır. “Bizim yaptıklarımızın mükâfatı bize; sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.” (2/Bakara, 139). Bu âyette, amellerinde sadece Allah’ın rızâsını gözetenlerin hâlis insanlar ve muhlis mü’minler olduğu vurgulanmaktadır. Böyle bir ihlâsı taşıyanlar, Allah’ın dininde ihlâs ve samimiyetlerini, ibâdeti Allah için yaparak gösterirler; nefisleri hoşlanmasa da bu hallerine devam ederler ve Allah’a hamdetmekten geri kalmazlar (7/A’râf, 29; 10/Yûnus, 22; 31/Lokman, 32; 4/Nisâ, 46; 39/Zümer, 2, 11, 14; 40/Mü’min 14, 65).



İhlâs, fenâlığı ve kötülüğü gideren bir fazilettir. “İşte Biz ondan (Yusuf’tan) fenâlığı ve fuhşu gidermek için (böyle yaptık, delilleri gösterdik). Çünkü o, Bizim ihlâslı kullarımızdandı.” (12/Yûsuf, 24) âyetinde, evdeki kadınla Hz. Yusuf arasında geçen olayda ve kadının niyetinin neticesiz kalışında en büyük etkenin, Hz. Yusuf’un ihlâsı olduğu görülmektedir. İnsanlık için ihlâsın gereği, her zaman ve her iş için emredilen bir keyfiyet oluşuyla da anlaşılmaktadır. Çünkü ihlâs, ehl-i kitaba da, yapacakları diğer ibâdetlerle birlikte emredilmişti (98/Beyyine, 5).



İhlâs, şeytanın kişiye süslemeye çalıştığı fenâlıklara ve insanları azdırma gayretine engel olan bir tutumdur. Bu durum şeytanın itiraflarından anlaşılmaktadır: “Yeryüzünde insanlara (fenâlıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip mü’minler bunun dışındadır.” (15/Hicr, 40; 38/Sâd, 83). Şirkten, Kitabı ve Peygamber’i yalanlamadan, sapık yollara sapıp tevhid akîdesine aykırı inanç ve düşünceler beslemeden dolayı gerçekleşecek İlâhî azaptan kurtuluşta ihlâsın yeri ve önemi şöyle belirtilmiştir: “Allah’ın ihlâs sahibi kulları müstesn┠(37/Sâffât, 40, 74, 128, 160).



Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Ya’kub ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in özellikleri anlatılırken Kur’an onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir (19/Meryem, 51; 12/Yûsuf, 24; 38/Sâd, 45, 46; 39/Zümer, 11). Çünkü peygamberler dâvet ve tebliğlerinde daima, Hakk’ın rızâsından başka bir maksat gütmeyerek ihlâslarını ortaya koymuşlardır.



Fudayl bin İyâd: “Halk için ameli terketmek, riyâdır; halk için amel etmek ise şirktir. İhlâs, Allah Teâlâ’nın bu iki şeyden seni âfiyette kılmasıdır” diyor. Hz. Ebû Bekir (r.a.) bir hutbesinde şöyle der: “Biliyorsunuz ki, mâlum bir ecelin peşinde gece-gündüz koşuyoruz. Allah Teâlâ’nın rızâsı için söylenmeyen hiçbir şeyde hayır yoktur. Aziz ve Celil olan Allah’ın yolunda harcanmayan hiçbir malda hayır yoktur. Bilgiçlik taslayarak gurura kapılanlarda hayır olmadığı gibi, Allah için yaptıklarında insanların kınamasından endişeye düşenlerde de hayır yoktur.” (Kuşeyrî Risâlesi, İst. 1978, s. 3, 7)



Mü’minler bütün söz ve fiillerinde Allah’ın rızâsını gözetmek zorundadırlar. Eğer insanların hoşlarına gitmek niyetiyle amelde bulunurlarsa, kendi kendilerini helâk ederler. Nitekim Uhud savaşında mü’minlerin en önde savaşanlarından birisi de Kuzman idi. Medine’deki hurmalıklarını korumak niyetiyle savaştığı için cehennemlik olmuştur (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1969, 4/342). Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Üç hususta müslümanın kalbi hiyânet edemez: Allah için ihlâs ile amel yapmak, İslâm devletinin yöneticilerine samimiyetle öğüt vermek ve İslâm cemaati ile birlikte olmak.” (İbn Mâce, Mukaddime 18)



İhlâsın zıddı riyâdır. Riyâ; “sırf Allah rızâsı için yapılması gereken amele gösteriş katmak” anlamında kullanılır. Gösteriş demek olan riyâ, amelleri dünyevî maksatlarla, insanlar görsün diye yapmaktır, bu da insanı şirke sürükler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah, sadece kendisi için ve kendisinin rızâsı için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez.” (Nesâî, Cihad 24)[236]



İhlâsın Allah’a gönülden bağlanma, ibâdeti sadece O’na has kılma, inanç ve ibâdetinde Allah’a şirk koşmama gibi mânâlarına işaret etmiştik. Bu öyle olmalı ki, 2/Bakara sûresi 138. âyette belirtildiği gibi Allah’ın rengiyle boyanılmalıdır. “Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel boyayı/rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz.” (2/Bakara, 138). Allah’ın boyası en güzel boyadır; o da din-i İslâm’dır. Burada mecaz ve istiâre olarak din, boya olarak isimlendirilmiştir. Zira elbisede boya belirgin olduğu gibi, dindar bir müslamanda da din belirgin hale gelir.



İman ve ibâdette ihlâs sadece tavsiye değil; aynı zamanda bir emirdir. “De ki: ‘Bana dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (39/Zümer, 11) “De ki: ‘Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azâbından korkarım. De ki: ‘Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibâdet ederim.” (39/Zümer, 12-14) “Kim Rabbine kavuşmayı isterse sâlih amel işlesin ve Rabbine ibâdetinde (muhlis olsun) hiçbir şeyi şirk/ortak koşmasın.” (18/Kehf, 110).



İslâm’ın özelliklerinden biri de kalbe hitap etmesidir. İslâm büyüklerinin bir kısmı kalbi insanın merkezi olarak kabul etmişlerdir. İhlâs da zâten gönül işidir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Dikkat! Vücutta küçük bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, işte bu, kalptir.” (Buhârî, İman 39).



İhlâs, dini Allah’a has kılmak, gerek itikadî, gerekse amelî bulanıklardan kurtulup arı duru bir kul olmaktır. Böyle olmak için Allah’ın yardımına her an ihtiyacımız vardır. Âyette, “Dini, yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın” buyruluyor. Buradaki “yalvarmak” ibâdet mânâsındadır. Muhlis bir şekilde ibâdet edersek kurtuluruz. İnsan, imkânı nisbetinde her halinde muhlis olmalıdır. Çünkü kurtuluş ihlâstadır. Kur’ân-ı Kerim’de cehennem azâbından ancak ihlâslı kulların kurtulacağı bildirilmektedir: “(Bu azaptan) ancak Allah’ın hâlis kulları istisnâ edilecek.” (37/Sâffât, 40). Yani, ihlâslı kullar, azap acısı tatmayacaklar. “...Onun için Allah’ın ihlâslı kulları müstesnâ, onların hepsi (cehenneme) götürüleceklerdir.” (37/Sâffât, 128)



Ama, bu bahsedilen ihlâs, insanın başı darda olduğu zamanda gösterdiği ihlâs değildir. Kur'an'da bu fıtrî durum şöyle ifâde edilir: “Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamâmen Allah’a has kılarak (ihlâsla) O’na yalvarırlar.”(31/Lokman, 32). Bu halde Allah’tan başka kimseye duâ etmez ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmazlar. Aynı mânâda başka âyetler de vardır (10/Yûnus, 22; 29/Ankebût, 65). Muhlis kullara şeytan bile yaklaşamaz. Tâatinde ihlâslı olana, şeytan onu iğfâl etmeye bir yol bulamaz. Âyet-i kerimede bu durum açıkça ifade edilir: “(İblis) Dedi ki, ‘Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak, onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.” (15/Hicr, 39-40)



Özlenen ihlâs, zorlanılan anda veya ölüm ânında gösterilen ihlâsı bütün ömür boyu gösterebilmektir. Şâir, bunu şöyle ifade eder:



“Suâl: Ey velî, mü’min nasıl olmalı, söyle!



Cevap: Son anda nasıl olacaksa, hep öyle.” (N.F.K.)



İslâm büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsterî, ihlâsı şu şekilde özetlemektedir: “İhlâs, kulun sükûn ve hareketlerinin hassaten Allah için olmasıdır.”



İhsân ile ihlâsın birbirinden ayrılamayacak derecede mânâ irtibatı vardır. İhsân, ihlâstan; ihlâs, ihsândan ayrı düşünülemez. Zâten Kur’an’da geçen ihsân kelimesinin bir kısmı müfessirlerce ihlâs olarak tefsir edilmiştir.[237] Bir kudsî hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Allah Teâlâ buyuruyor: ‘Ben ortakların şirkte en müstağnîsiyim. Her kim bir amel işler de Benimle birlikte başkasını ortak ederse, onu şirkiyle başbaşa bırakırım.” (Müslim, Zühd 46)



İhlâs, insanların lüzumsuz ve geçici iltifatına Allah'ın rızâsını/hoşnutluğunu tercih etmektir. İhlâs, her türlü amel ve ibâdetin özü ve mayasıdır. Herhangi bir amel veya ibâdetin makbul olması, ancak ona bağlıdır. İhlâs ile yapılmayan, içinde insanların takdir ve iltifatı hedeflenmiş bulunan amel ve ibâdetler huzur-u İlâhîde makbul sayılmaz ve paçavra gibi sahibinin suratına çarpılır.



"Ey iman edenler, insanlara gösteriş için malını verip Allah'a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmek ile sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur vurunca çıplak, pürüzsüz hale getirir. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir fayda görmezler. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez." (2/Bakara, 264)



"Allah'a ve âhiret gününe iman etmedikleri halde, insanlara gösteriş için mallarını sarfederler. Şeytan kime yâr olursa, artık o ne fenâ bir arkadaştır." (4/Nisâ, 38)



Dikkat edilirse bu iki âyette ortak bir yön dikkat çekiyor. Âyetler, ihlâslı olmayan, yani riyâkâr insanları, Allah'a ve âhiret gününe inanmamakla suçluyor ve mahkûm ediyor. Şüphesiz, yaptığı amelin karşılığının Rabbimiz tarafından âhirette bolca verileceğine, ebedî nimetlere kavuşacağına inananlar, elbette geçici iltifatları değil; Allah'ın ebedî lutfunu tercih edeceklerdir. Allah'ı değil de kulları râzı etmeye özen gösteren ve aynı hassâsiyeti Allah'ı hoşnut etme konusunda göstermeyenler, âhirete ve orada verilecek rızıklara olan inançta, elbette samimi ve ciddi değiller demektir.



Yaptığı iyiliği başa kakmak, elbette ihlâsın olmadığı ve riyânın hâkim olduğu bir davranıştır. Yapılan ameli boşa çıkarmak, geçersiz kılmak için başa kakmak yeterli bir sebeptir. Zira; Allah için yapılan yardımın mükâfatı da Allah'tan beklenmeliydi. Yardım yapılan şahıstan menfaat ummak, yardımın karşılığını alacağından, Allah'tan mükâfat beklemek abes olur. Bu vesile ile Allah yanında makbul sayılması, âyet-i kerimenin belirttiği üzere, mümkün değildir. Yine bunun içindir ki bu anlayış, Hz. Peygamber'in diliyle "küçük şirk" diye tanımlanmıştır.



Mübâdele/değişim aracı olan gerçek para ile kalp/sahte para arasındaki fark gibidir riyâ ile ihlâs arasındaki fark. Sahte para nasıl mübâdele aracı olamıyor ve hiçbir değeri ve geçerliliği bulunmuyor ise, ihlâslı olmayan, riyâkâr davranış, amel ve ibâdetler de aynı gibi görünen ama aslında yok sayılan şeyler gibidir.



İslâm'da nihâî hedef insandır. Yani insanın mükemmelleşip kemâl derecesine ulaşması, aslî temiz fıtratına kavuşması temel hedeftir. İşte insan, aslî fıtratına, sun'î/yapmacık şeylerden arınarak, samimi olarak ulaşır. Her insanı memnun etmek için çaba sarfeden, şirin görünmeye özen gösteren, zamanla kişiliğini yitirir. Ancak, yalnız Allah'ı memnun ve râzı etmeye, bu konuda oldukça samimi olmaya çalışanlar, gerçek kişiliği ve izzeti bulurlar. Bu itibarla tüm insanlarla ilişkiler daha bir anlamlı olur. Kime nasıl davranılacağı bilindiğinden, hangi tavrın iltifat, takdir; hangi tavrın tepki alacağını tespit etmek kolaylaşır. Olgun bir kişiliğe sahip olunur. Güven veren emin bir kişilik oluşur. Herhangi bir olay veya konuya Allah'ın rızâsı hedeflendiğinden âdil ve dürüst yaklaşımlarıyla güven telkin eder. İşte bunlar ihlâs sahibi insanların vasfıdır.



O halde, yığınla insanı memnun etmek, onlara hoş görünmektense, Allah'ı râzı ederek bu vesile ile tüm âdil ve samimi kulları da râzı etmek daha güzel değil mi? İslâmlığa ve tabii ki insanlığa yakışan da bu değil mi? İslâmlık, insanlık diye tanımlanan, insan fıtratının özü ve gereğidir. İslâm'ın da hedefi insanı aslî fıtratına ulaştırmak, kaybolan samimiyetiyle buluşturmaktır. Bunun içindir ki, fıtratın dili, İslâm'ı ve onun ölmez ilkelerini haykırır. Samimiyet, yani ihlâs, en fazla aşınan ilkemizdir. Kur'an'ın koyduğu ahlâk kurallarını bir hayat biçimi kabul ederek okumak ve Hz. Peygamber'in hayatını özümsemek, bize ihlâsın ufuklarını gösterecektir. Her konuda Allah'ın rızâsı hedeflenmeli ve her yapılan, yalnız Allah için yapılmalıdır.[238] 



İhlâsın, kişinin tüm hayatını kapsadığı, bir başka deyişle, hem iman hem de ameli ilgilendiren bir kavram olduğu, şeytanın saptıramadığını (12/Yûsuf, 24; 15/Hicr, 40; 38/Sâd, 83) belirten ifâdelerden de anlaşılmaktadır. Çünkü aynı olgu "Şeytanın, iman edip sadece Rablerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir otoritesi bulunmamaktadır. Onun otoritesi, sadece kendisini velî edinip Allah'a şirk koşanlar üzerindedir." (16/Nahl, 99-100) âyetiyle birlikte düşünülürse, ihlâsın şu şekilde açıklanabileceği görülür: İhlâs, Allah'a iman edip sadece O'na tevekkül etmek, şeytanı dost edinmemek ve Allah'a şirk koşmamaktır. 



İbâdet ve tâati sırf Allah için yapmak, dini yalnız O'na özgü kılmak anlamına gelen ihlâs, tevhid inancının rûhudur. Bunun için kul, sırf Allah rızâsını kazanmak amacıyla Hakk'a kulluk/ibâdet yapmalı, ibâdetlerine asla yapmacık, gösteriş, başkasının beğenisini kazanma düşüncesi karıştırmamalıdır. "Hak'tan başka bir şey düşünmekten korunmak" şeklinde de tanımlanan ihlâs, işleri gösterişten korur, sahibini gerçek takvâya götürür.



Ebû Ali el-Dekkak: "İhlâs, halkı düşünmekten korunmak, nefsi düşünmekten arınmaktır. Muhlis, riyâsı olmayan sâdık, kendini beğenmeyen adamdır" demiştir. İhlâs, sürekli olarak Yaratıcı'ya bakıp, O'nu dikkate alıp râzı etmeye çalışmak, yaratıkları görmemektir. Amelleri boşa çıkarmak için nefsin birçok yol ve vâsıtası vardır. Nefsin en gizli âfetlerinden biri, övülmekten hoşlanmasıdır. Çünkü biraz övgü görse, gökleri ve yeri sırtına yüklesen çeker, ama övgü olmayınca tembelleşir, başarısız kalır. İhlâs, yapılan amele Allah'tan başka şâhid ve O'ndan başka ödüllendirici tutmamaktır.



Bedene göre ruh ne ise, amele göre ihlâs odur. Rûhu olmayan bir beden, cansız bir maddeden ibârettir. İhlâssız amel de hebâ olmuş bir iş gibidir. İhlâs,  bâtınî  ameller  türündendir.



Zâhirî ameller, bâtınî amellerle değer kazanır. İhlâslı davranmak, samimi olmak, gösteriş ve riyâdan uzak bir şekilde hareket etmek, oldukça zor bir iştir. Kişinin bütün tutum ve davranışlarında ihlâslı olması, hele sâlih amel işlerken ihlâslı davranması daha da zor gibidir. Ancak, kişi, bu durumlarda samimi bir şekilde hareket ederse, ameli değer kazanır ve ameli makbul olur. İhlâslı bir şekilde Allah'a ibâdet etmek, sâlih ameldir. İhlâslı bir mü'minin kalbine hile girmez. Kişinin faâliyeti ve samimiyeti, ihlâslı olmasıyla değer kazanır ve böylece amelinin ecrini artırır. Neticede de derecesi yükselir ve toplumda örnek bir şahıs durumuna gelir. Çünkü ihlâslı bir kişi, riyâdan arınmış bir şekilde dine hizmet etmeyi kendisine vazife bilen bir insandır. Böylece mü'min kişi; "... Ben dinimi yalnız Allah'a hâlis kılarak, O'na kulluk ediyorum" (39/Zümer, 14) âyetinin ifâde ettiği anlam bütünlüğüne erer.