İmanın Sahih (Geçerli) ve Kabule Şayan Olmasının Şartları

İslam uleması ve kelamcıları imanın sıhhati ve makbul olması için üç ana şart üzerinde ittifat etmişlerdir. Bunları şöylece özetleyebiliriz:



1) İman, ölüm döşeğinde iken, yeis ve ümitsizlik sebebiyle vâki olmamalıdır. Mesela ömrü boyunca iman etmeyerek, kâfir olarak yaşayan bir kimse, sekerat-ı mevt denilen ölüm halinde, ilahi azab gözünün önünde tecelli ettiği ve ümidini kestiği bir anda iman ederse ye’s halindeki bu iman Allah katında makbul olmaz.   



Allah Teala şöyle buyuruyor:



"Azabımızın şiddetini gördükleri zaman imanları kendilerine faide verecek değildir" (Mü’min: 40/85)



İbn-i Abidin: "Hak olan mezheplere göre, ölüm döşeğinde can çekiştiren kâfirin imanı ile, kendilerini yok edecek azabı gördüklerinde iman eden kâfırlerin imanı faide vermez"[505] diyerek, hassas bir noktaya işaret etmektedir. Malûm olduğu üzere; Fir'avn dahi, boğulma anında iken, iman etmiştir. Çünkü o anda azabın şiddetine muttali olmuştur.



2) Mü’min zarûrat-ı diniyeden olan hükümlerden herhangi birini inkâr veya tekzib etmemelidir. Meselâ: Bir kimse Allahû Teâla (cc)'nın varlığına, birliğine, kitaplarına, meleklerine, âhiret gününe ve kadere inandığını ikrar etse, ancak peygamberlere inanmadığını veya sadece Hz. Muhammed’e iman etmediğini söylese, ya da namaz, oruç ve zekat gibi farz olduğu kesin olarak bilinen dini bir hükmü kendi irade ve ihtiyarıyla tekzip etse veya kendisinden puta tapmak, zünnar kullanmak gibi bir küfür alameti sabit olsa; o şahıs derhal kâfir olur, İslam ve iman dairesinden çıkar, bu kimsenin imanı sahih değildir. Çünkü iman bir bütündür, tecezzi (cüzlere ayrılmayı) kabul etmez. Dini kesin hükümlerin birini veya bazısını inkar etmek, tamamını inkar hükmündedir. Zira zarurat-ı diniyye’nin bir gün bir kısmını inkâr eden, yarın diğer bir kısmını veya tamamını inkâr edebilir. Böyle tam, sabit ve devamlı olmayan bir iman Allah katında makbul değildir. Yine Kur'ân-ı Kerim'e inandığını beyan eden bir kimse; O'nun herhangi bir âyetini reddetse, mü'min olamaz. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'den olduğu sabit olan herhangi bir âyeti inkâr etmek küfürdür.[505] Bu noktada "Efendim çoğuna inanıyor ya?" diye itirazda bulunulamaz. Zira Kur'ân-ı Kerim, Allahû Teâla (cc) tarafından vahiy yoluyla indirilmiştir. Bir âyet-i kerimeyi yalanlayan kimse, vahyi yalanlama durumundadır. Bu sebeble; insanı küfre götüren sözler (elfâz-ı küfr) ve haller (ef’âli-küfr) bilinmelidir. Mü'minler; bilmedikleri herhangi bir mesele ile karşılaştıkları zaman; ileri-geri herhangi bir söz söylemeden "Ben bunu bilmiyorum. Allahû Teâla (cc) ve Resûl-i Ekrem (sav) nasıl bildirmişse öyledir" demelidir. [505]



3) Dini hükümlerin, emir ve yasakların hepsinin müstahsen, yani güzel ve ilahi hikmet icabı olduğunu kabul etmek, bunları yapmamakta inat ve tekebbür göstermemek lazımdır. Mesela, bir insan namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerden birini güzel görmeyerek onu alaya alırsa veya Allah Teala’nın emrine aykırı olsun kasdiyle dini bir hükmü yapmazsa, yahut dini bir yasağı –haram olduğunu bildiği halde- inad ederek işlerse, artık imanını kaybeder ve Allah katında mü’min değil kâfir sayılır.



Sonuç olarak, imanın şartlarını haiz ve Allah katında makbul, kabule şayan sayılması için yukarda saydığımız hususlardan yani, inkar, istihza, inad, tekebbür (büyüklenme) ve başka bir hükmü dini bir hükümden daha güzel görme ve onu tafdil hallerinden uzak bulunması, samimi ve devamlı olması lazımdır.[505]