Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler

Evren, harika güzelliği ve âhengi ile bir yaratıcıya işaret ederek, insanların fıtratlarında mevcut olan yaratıcıyı kabul etme duygusunu harekete geçirir. İnsanların akılları da iyilik ve kötülük arasında bir ayırım yapabilir. Ancak, bunlar (fıtrat ve akıl), çeşitli nedenlerle  fonksiyon- larını yerine getirmeyebilirler. Evrene serpiştirilmiş ayetlere (iman delillerine) dikkat edilmeyebilir. İnsanların sağlam fıtratları, saptırıcı faktörlere maruz kalabilir. Cinlerden ve insanlardan olan şeytanlar, insanların bünyelerinde yer alan zaaf noktalarına dayanarak, onları saptırır. Akıl, insanı, arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısı altında bırakabilir.



İnsanların fıtratlarının ve akıllarının evrende yer alan ayetleri, yani hidayet delillerini ve iman  belirtilerini  araştırıp  hayatlarını  dayandıracakları  bir  sistemi belirlemesi, sonuçta hak ve doğruluk üzere bulunmayı gerçekleştirmesi mümkün görülmediğinden, sorumlu kabul edilmesi ona yapılmış bir haksızlık olarak değerlendirilebilir. Fıtratlar ve akıllar sapabildiğinden, onlara fonksiyonlarını hatırlatan bir uyarıcı gerekir. Uyarıcı olmadan fıtratların ve akılların insanları doğruya götürememesi nedeniyle, onları cezalandırmanın zulüm olduğu söylenebilir.



Allah insanların fıtratlarını dıştan gelen sis tabakasının etkisinden, yozlaşmadan, sapıklıktan kurtarmak, aklını arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısından kurtarmak amacıyla onlara peygamber göndermeden, ayetlerini açıklamadan sorumlu tutmayı dilememiştir.[505] “Biz hiçbir kenti helâk etmedik ki, onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik.)(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmedici değildik.” (26/Şuarâ, 208-209) “Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (6/En’âm, 131) “Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.” (17/İsrâ, 15)



Ayetlerden Allah’ın elçi göndermediği bir takım toplumlar bulunabileceği anlaşılmamalıdır. Aksine, ayetler şunu vurgulamaktadır: Eğer Allah elçi gönderip uyarmadan kentleri  helâk  etseydi,  o  kentlerin  halkına  zulmettiği  değerlendirmesi  yapılabilirdi. Allah ise zulümden münezzehtir. Bundan dolayı elçiler gönderir, insanları uyarır, onlara hak yola gelmeleri için fırsat verir, süre tanır, yola gelip gelmeyeceklerine bakar. Bütün bunlara rağmen yola gelmezlerse, o zaman cezayı hak ederler. “Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz’  dediler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler” (6/En’âm, 130) Ayet, insan ve cin topluluklarına elçi gönderildiği vurguluyor. Aksi takdirde insanların cezalandırılması âdil kabul edilmeyebilir. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü (veya bahanesini) ileri sürebilirler. “Dediler ki: ‘Rabbından bize bir ayet (mucize) getirmeli değil mi?’ Onlara önceki kitaplarda bulunan delil gelmedi mi? Şayet onları ondan önce bir azap ile helâk etseydik: ‘Rabbımız, bize bir elçi gönderseydin de, böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık’ derlerdi.” (20/Tâhâ, 133, 134)



Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de, kendilerinin ve atalarının uyarılmadığı bir topluma gönderilmiştir. “Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).” (36/Yâsin, 6) Ancak, peygamberimiz’in uyarısı, bütün insanlığı da içine alır. O’ndan sonra uyarıcı gelmeyeceği için, bütün toplumlar O’nun mesajını kendilerine hidayet kaynağı kabul edip, rehber edinmelidirler. Şu da bir gerçek ki, O’nun mesajının bütün insanlara eksiksiz bir şekilde açıklanması, O’ndan sonraki müslümanların görevidir. Bu yapılmadan, O’nun davetini hiç işitmemiş, işitse bile, kasıtlı bir tarzda saptırılmış olarak işiten toplumların helâk olmalarını beklemek, sünnetullahın anlaşılmaması demektir. Zira toplumların helâki ile ilgili sünnetullahın hükmü çerçevesine, davetle karşılaşan ve uyarılan toplumlar girer: “Çünkü Rabb’in, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir.” (6/En’âm, 131) [505]