Şekavetin Ortaya Çıkışı

'Şekavet'in temelinde İlâhî yasakları çiğneme anlayışı vardır. İslâm'ın emir ve yasaklarına tamamen uymak bazı insanlara zor gibi gelir. Ancak kişi, İslâm'ın emir ve yasaklarına aykırı hareket ettiği zaman, daha büyük bir 'şekavet'e (zorluğa, sıkıntıya) düşer. Eğer dinin zor gibi görünen emir ve yasaklarına uyulursa, hem bu dayanılmaz sıkıntılardan kurtulmak mümkün olur, hem de arzu edilen 'saâdet'e ulaşılır (11/Hûd, 106-108).



Kur'ân-ı Kerim'in sıkıntı, zorluk veya güçlük için gönderilmediği, aynı kökten gelen bir kelime ile ifade ediliyor (20/Tâhâ, 2). İnsanlar Kur'an'ın tekliflerini zor bulabilir ve sıkıntı verici, ya da bazı dünyalık zevklerden uzaklaştırıcı sayabilirler. Halbuki Kur'an insanların 'şekavet'e düşmelerini önlemek ve onlara 'saâdet' kazandırmak için indirilmiştir.



'Şekavet' içinde olanlara, bedbaht, mutsuz, sıkıntı ve güçlük çekenlere 'şakî' denilir.



Türkçe'de 'şakî' diye bilinen, huysuz, yol kesen, yaramaz, isyancı anlamına gelen kavramın aslı da 'şekî'dir. Ancak 'şâkî' ile 'şekî' arasında anlam benzerliği vardır.



Her ikisi de bedbaht insandır, her ikisi de kendi elleriyle mutsuzluğu kazanan, kendilerine sıkıntıyı seçen kimselerdir.



Türkçe'de 'eşkıya' diye bildiğimiz bu tür kimseler aynı özelliği taşırlar. 'eşkıya', 'şekî'nin çoğuludur ve yol kesip insanları soyan anlamına kullanılmaktadır.



'Şakî' diye bilinen 'şekavet' sahiplerinin bazı özellikleri şunlardır: 'Şekavet sahipleri', toplumunun yaramaz kimseleridir. Kendilerini güçlü sayarlar, azarlar ve şımarırlar. Doğru yolda olduklarını zannederler. Seçtikleri yolun kendilerini saâdete götüreceğini sanırlar. Halbuki onlar 'şekavet' içindedirler, mutsuzdurlar, ama mutlu olduklarını hayal ederler.



'Şakî'ler, İlâhî ölçülere karşı geldikleri için zorluğu, bedbahtlığı, mutsuzluğu, cezayı hak ederek sıkıntıyı kendileri kazanmışlardır.



Onlar Hakk'tan ve İlâhî öğütten yüz çevirirler, bu gibi şeyleri hafife alırlar.



"Şu halde, eğer 'öğüt' ve hatırlatma bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt ver ve hatırlat'. (Allah'tan) içi titreyerek korkacak olan öğüt alıp düşünür. Bedbaht olan (şakî olan) ise ondan kaçınır." (87/A'lâ, 9/11)



Onlar Allah'tan gelen dâveti yalanlarlar, inkâr ederler. Bu inkârları sebebiyle hem bedbaht olurlar, hem de kendilerini sıkıntıya sokacak şeyi kazanırlar (92/Leyl, 14-16).



Onların bir özelliği de, Allah'ın hükümlerine baş kaldırmak, onlara karşı gelmektir. Şakîler, gerçeğin ortaya konulmaması için uğraşırlar, Hakkın sesini kısmaya çalışırlar, çapulculuk ederler, toplumun huzurunu bozarlar, Hakk temsilcilerine tuzak kurarlar (91/Şems, 11-14).



Hz. İsa (a.s.), kendisinin bir 'şakî' olmadığını, annesine iyilik eden bir kimse olduğunu söylüyor (19/Meryem, 32).



Cehennem ehli, dünya hayatında Allah'ın âyetleri okundu zaman onları yalanladıklarını, 'şekavetleri' yüzünden sapık bir topluluk haline geldiklerini itiraf ederler (23/Mü'minûn, 103-110).



'Şakî' kelimesinin iki âyette de 'mahrum olmak, istediğine kavuşamamakla mutsuz olmak' anlamlarına da geldiği görülmektedir. Zekeriyyâ ve İbrâhim (a.s.), Allah'a duâ ettiklerini, Allah'tan başkasına ibâdet edenler gibi duâlarının sonucundan mahrum ve bedbaht olmadıklarını söylüyorlar. Şüphesiz Allah duâlara icâbet eder. Ancak, bazılarının taptığı putlar asla bir şey yapamazlar. Dolayısıyla onlardan medet umanlar, onlara yalvaranlar sonunda bedbaht olurlar, duâlarının karşılığını alamazlar, şakî, yani mahrum, perişan olurlar (19/Meryem, 4, 68).



İnsan doğuştan 'saîd (mutlu, huzurlu ve yaptıklarıyla saâdeti hak eden)' veya 'şakî' olarak doğmaz. Bu özelliği insanlar sonradan kendi tercihleriyle elde ederler. Allah'tan gelen hidâyete uyanlar, hayatının her alanında İlâhî ilkelere tâbî olanlar, iki dünyada da 'saîd-mutlu' olurlar. İlâhî hidâyete sırt çevirenler kendi elleriyle şekaveti tercih ederler.



"(Allah) dedi ki: 'Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir. Kim Benim hidâyetime uyarsa, artık o 'şekavet'e düşmez, (mutsuz ve bedbaht olmaz) ve sapıtmaz." (20/Tâhâ, 123)



Görüldüğü gibi, Kur'an, bütün insanlara saâdetin, huzurun ve doğru bir hayat sürmenin yolunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kimilerinin mutluluk sandığı, nefsin hoşuna giden, şehvetlerin yönlendirdiği hayat şekilleri, İslâm'dan ve onun getirdiği ölçülerden uzak yaşantılar saâdet değildir. Kişiye Allah (cc) katında iyi bir sıfat kazandırmayan hayat anlayışı, mutluluk diye adlandırılabilir mi?



Allah'tan gelen hidâyete tâbî olanlar, rüşd yoluna girip hakk dinin ilkelerine göre yaşayanlar, saâdet programına sahip olanlardır. Bu anlamda İslâm, yani Allah'ın râzı olacağı hayat şekli, saâdetin kaynağı; bütün bâtıl yollar ise şekavetin kaynağıdırlar. İnsandan beklenen, kendine şekavet kazandıracak, yani onu mutsuzluğa ve bahtsızlığa sürükleyecek yollara gitmek değil, saâdet yolunu arayıp bulmaktır.